Türkçe Bilgi , Ansiklopedi, Sözlük

Çeşitli konularda makaleler içeren ve kullanıcıların yorum yazarak bilgi eklediği genel bilgi ve başvuru sitesi

Youtube

Kanalımıza abone oldunuz mu?

Youtube kanalımıza abone olarak hem sitemize destek olabilirsiniz hem de bilgilendirici videolarımızdan haberdar olabilirsiniz.

Hemen Abone Ol!

İletişim Bilgisi

Aşağıdaki bilgileri kullanarak site hakkında bize ulaşbilirsiniz

Telefon: +90 536 686 91 70

[email protected]

Fenomenoloji Nedir?

Makale Sayfaları
Fenomenoloji Nedir?
Fenomenoloji Nedir? 2
Fenomenoloji Nedir? 3

Ama Husserl'i Kant'ın bulduğu çözüm de tatmin etmez.Kant'ta tecrübenin öznesi de `tamalgı'nın soyut ve bölünemez bir `birliği'nden daha fazla hiçbir şey olmayıp, sadece `benim' deneyimlerimin kimliği teşhis edilebilen bir özne ya da `ben'e yüklenişinin zeminini meydana getirir. Kant'ın bu özne anlayışından türettiği şey, doğa bilimi tarafından keşfedilen nesnel dünyanın yapısının zorunluluğuna dair bir argümandır. Bu `transendental dedüksiyon' bir kez gerçekleştirilince, daha zengin bir bilinç ya da tecrübe anlayışına ihtiyaç duyulmaz. Nesnel tecrübe imkânını bilimsel bilgi imkânıyla özdeşleştirdiği için, Kant, Husserl'e göre, bilinç ve öznelliğin gerçek katkısını gözden kaçıran felsefî bir `nesnelcilik'le sınırlanmış kalır. Bir sonuç olarak, Kant hâlâ, pozitivizm ve doğalcılığa yardım sunar.Bu eğilimler, Kant'ın felsefedeki halefleriyle birlikte, daha aşikâr hâle gelir. Husserl, bu eleştirilere karşın, yine de, Kant'ın tecrübemizin oluşumuyla ilgili transendental keşfinin takipçisi olmayı teklif eder. O, hâlâ transendental bir filozoftur: Husserl, felsefî kariyeri boyunca, `bilmenin öznelliğiyle bili- nen içeriğin nesnelliği arasındaki ilişkiyi' araştıracaktır. Bütün bilgi, `nesne-kuran bir öznelliğin (leistende Subjektivitdt) başarılarına dayanır.' Husserl, Aziz Augustinus'un `hakikat dış dünyada bulunmaz; o, insanın içselliğinde ikâmet eder.diktumunu iktibas eder.

Husserl, yine de Kant'ın tersine, özne, nesne kavramlarından başka, öznenin nesneyle olan `yönelimsel' ilişkisini açıklamak amacıyla bilincin doğasının ayrıntılı bir tasvirini ortaya koyarken, tecrübenin öznesi üzerinde, daha kararlı ve hatta sabit fikirli olarak yoğunlaşır. Husserl, kendi yaklaşımını, psikolojik veya, eleştirmenlerine göre, `psikolojistik' bir yaklaşımdan, başlangıçta ayıramadı. Geç ondokuzuncu yüzyıl Avrupâ sının doğalcı mizacı açısından, deneysel psikoloji felsefî problemlerin bilimsel çözümü için aşikâr yolu sağlamaktaydı. Herşey bir yana, psikoloji, bilinçli ya da psişik fenomenleri konu alan bilimsel bir araştırmadır ve Husserl, bilincin özünün, epistemoloji bilmecesinin anahtarı olduğu sonucuna varmıştır. Husserl, aritmetiğin temelleri üzerine olan ilk eserlerinden birine gösterilen tepkinin bir sonucu olarak, bilince yönelik kendi yaklaşımını psikolojik bir yaklaşımdan ayırd etmek zorunda kalmıştır. The Philosophy of Arithmetic [Aritmetik Felsefesi) (1891) başlığını taşıyan eserinde, o, sayı kavramının kendileri yoluyla kazanıldığı psikolojik süreçlere ilişkin olarak genetik bir açıklama getirir, psikolojizmin bir türü olduğu gerekçesiyle, sert bir biçimde eleştirilmişti. Husserl, aritmetiğin zorunlu doğrularının doyurucu bir analizini ortaya koymak yerine, onları psikolojistik bir yaklaşımla, tecrübeden yapılan olumsal ve dolayısıyla, yanlışlanabilir genellemeler statüsüne indirgemiştir Zihinsel ya da psişik hâlleri fizikî ya da nörolojik hâllere tekabül ettiren deneysel psikolojinin epistemolojinin problemini asla çözemeyeceği, Husserl için kısa sürede açık hâle geldi. Doğalcı psikoloji, nesnel bir dış gerçeklik olarak doğayı öngerektirir ve dolayısıyla da, bir dış dünyanın varoluşu için, döngüselliğe düşmeden, kanıtlar sağlayamaz: `Her psikolojik yargı, fizikî doğanın varoluşunu, açıkça ya da zımnen öne sürmeyi içerir.' Psikolojik bir epistemoloji, yalnızca doğalcılığın başka bir görünümü olmaktan daha fazla bir şey asla olamaz.

Öte yandan, Husserl, bir yandan bu psikolojizm eleştirilerini kabul ederken, yine de, Frege ve diğerlerinin `noetik koşulları' veya `bilginin öznel yönünü' ihmal ettiklerini düşündü. Husserl'in, bilincin doğasına ilişkin olarak, psikolojizme yenik düşmeden, daha sıkı ve yoğun bir inceleme gerçekleştirme teşebbüsü, onun eski hocası Franz Brentano'nun (1838-1917) eserinden istifade eder. Psychology from an Emprical Standpoint [Empirik bir Bakış Açısından Psikoloji] (1874) adlı eserinde, Brentano, zamanının deneysel psikolojisinin bilincin özgül ve ayırıcı özelliklerini yakalamada kaçınılmaz olarak başarısızlığa uğradığını savunur. O da, bilince ilişkin bilgiyi, psikologun kendi zihin hâllerine ilişkin gözlemden türetmeye çalışan `içebakışsal' psikolojiye, aynı şekilde şüpheyle bakar. İçebakışsal psikoloji, fizikî olaylara ilişkin gözlemle psikologun kendi zihin hâllerine ilişkin içebakışı arasındaki özsel farklılığı görebilmeyi başaramaz. Zihinsel fenomenler söz konusu olduğunda, gözlemleme edimi, kaçınılmaz olarak nesnesini tahrif eder: `O, diyelim ki kızgınlığımızı gözlemleme -dikkatimizi onun üzerinde yoğunlaştırma- teşebbüsümüz, onu hemen çarpıtır, der. İçebakışın güvenilirliği de, dış gerçekliğe ilişkin bilgimizde olduğu gibi, tanım gereği, başka gözlemciler tarafından denetlenemeyen bir şeydir. Husserl'in de ifade ettiği gibi, psikolojik fenomenler `kendilerini tecrübede, çeşitli şekillerde değişen "öznel görünüşlere" göre sunma' imkânı olmayan saf fenomenlerdir. Brentano, bunun yerine, zihinsel fenomenlere ilişkin `algı'yla `gözlem' arasındaki bir ayrıma dayanan `tasvirî psikoloji' adını verdiği psikoloji türünü teklif eder. İçebakışçı psikolog, sadece kendi zihin hâllerini gözlemler. Psikologun gözlemi, nesnesi olarak ilk zihin hâline sahip, ve, görmüş olduğumuz gibi, özü itibariyle güvenilmez olan, ilâve bir zihin hâline eşittir. Oysa algı, her zihin hâline eşlik eden ya da her zihin hâlinin bir ögesi olan ve dolayısıyla, bu problematik ilâveyi içermeyen bir şeydir. Passmore'un yararlı açıklamasına göre, `her zihinsel edim kendisini doğrudan doğruya "ikinci nesnesi" olarak -bir "görünüş" olarak, veya zihinsel edimin gerçek karakterinin kendisinden çıkarsanmak durumunda olduğu bir şey olarak değil, fakat tam tamına zihinsel edimin gerçekte olduğu şey olarak- algılar.' Algı, psikolog için, `konusunu meydana getiren gerçekliklerin dolayımsız bir idrakini' sağlar. Brentano, bununla alakalı (ve daha anlaşılır) olan, bilincin `yönelimselliği' ilkesini, içinde bir rahip olarak yetiştiği, skolastik gelenekten türetir. Buna göre, `bir nesneye yönelmiş olmaları', bir `içerik' ya da `nesneye gönderimde bulunmaları' zihinsel ya da psişik fenomenlerin ayırıcı bir özelliğidir:

Her zihinsel fenomen, her ne kadar hepsi bunu aynı şekilde yapmasa da, kendi içinde nesne olarak bir şeyi içerir. Sunumda bir şey sunulur, yargıda bir şey tasdik ya da inkâr edilir, aşkta sevilir, nefrette onun kendisinden nefret edilir, arzuda arzulanır, vs.... Bu yönelimsel varoluş, salt zihinsel fenomenlere özgü bir özelliktir. Hiçbir fizikî fenomen buna benzer bir şey sergilemez. Büyük halamı anımsar, boğadan korkar ve bir kitap yazmaya karar veririm -bu örneklerden her birinde, zihin hâli, `büyük halam', `boğa' ve `bir kitap yazma' deyimleriyle gösterilen belli bir nesne ya da içeriğe yapılan gönderim olmadan betimlenemez. Yönelimsel nesnenin dünyadaki fizikî bir şeyle (örneğin, `boğa'yla) aynı olmaması hususu, önem taşır. Bu, nesneleri, yıkılmış binaları, David Copperfield'i, tek boynuzlu at şeklindeki hayvanları veya dört kenarları üçgenleri düşündüğümüzde, varolan şeylere tekabül etmeyen, hatta edemeyen zihin hâllerinde açıklıkla ortaya çıkar. Sayılarla, mantıksal bağıntılarla ve kızgınlık, yaratıcılık veya kıskançlıkla ilgili düşünceler de benzer problemlere yol açar. Brentano, zihinsel edimlerin nesnelerinin özel statüsünü betimlemek amacıyla, onların bilinçteki `yönelimsel varoluşları'ndan veya `içkin nesnellikleri'nden söz eder. Bununla birlikte, o bir yandan da, `fizikî fenomenlerin bile yalnızca "zihinde" varoldukları düşünülür' mealindeki cümlelere ilişkin yanlış bir idealist yorumdan sakınmaya özen gösterir. Zihin hâllerinin, sayılar, bağıntılar, tümeller ve varolması imkânsız nesneler türünden, soyut nesnelerinin varlık statüsüne dönük bu ilgi, Husserl'in aritmetik ve matematiğin temelleri konusundaki çalışmaları için itici bir güç sağlamıştır. Husser, Brentano'nun tasvirî psikoloji anlayışını, epistemolojik problem için tek münasip yaklaşım olarak gördüğü şeye uygular. Bu, şüphe götürmez tek şey olarak bilincin kendisine ilişkin incelemedir. `Nesne kuran öznellik' olarak bilincin doğasını anlamak için, `saf' ya da `transendental' bilinç alanına girme gereği duyarız, öyle ki dünya bundan sonra, `tüm özsel yönleriyle... ve önyargısız' tasvir edilebilsin. Husserl`in terimleriyle, bizim bilinci `fenomenolojik olarak' ya da diğer bir deyişle, göründüğü şekliyle veya saf fenomen olarak incelememiz gerekmektedir. Aynı zamanda, düşüncelerimizin normalde kendilerine gönderimde bulundukları düşünülen, dış dünyadaki fizikî nesnelerin varoluşuyla ilgili her tür kabulden titizlikle kaçınmalıyız. Bu ise, `doğal tavrın paranteze alınmasını' (epokhe) , fizikî dünyadaki olaylara ilişkin doğal bilimsel açıklamalarda ve sağduyunun yorumlarında ortaya çıkan varoluş, nedensellik, vs., ile ilgili kabullerin askıya alınmasını içerir. Fenomenoloji, doğal tavrı paylaşanlar olarak bizleri, bilince gerçekten verilmiş olanları, normal olarak kabul ettiklerimizden süzerek çıkarmaya teşvik eder. Bu noktada, Husserl'in, Kartezyen kabulleriyle Descartes'a duyduğu hayranlığın telkin edebileceği gibi, şüpheciyi şüphe edilemez bir takım temeller tespit ederek cevaplamaya kalkışmadığını vurgulamak gereği vardır. O, bundan ziyade, daha yeterli bir bilinç kavrayışının şüpheci argümanın etkili olmasını engelleyeceğine inanır. Husserl, Brentano' nun psikoloji görüşünün fenomenoloji projesinin makul bir proje olduğunu ispat ettiğini düşünür. Fenomenoloji, Brentano'nun terimleriyle konuşulduğunda, gözlemden çok algıyı ihtiva eder. Fenomenoloji, içebakışsal psikolojinin başka bir versiyonu değildir. Fenomenolojist, fiilî bilinç akışının bireysel zihnî bileşenlerini gözlemlemez. O, zihinsel fenomenlerin `öz' ya da `eidos'unu `sezgi yoluyla bilir. Eğer bu doğruysa, bilincin ayırd edici varlığına dair tam bir açıklamanın önünde aslî hiçbir engel almaz, zira öz olarak zihinsel fenomen tam tamına olduğu gibi görünen şeydir. O, görünüş ve gerçekliğin birbirinden ayrıığı gündelik fizikî varoluş düzeninin bir parçası değildir. Öz olarak zihin hâli, saf fenomen ya da görünüştür. Skolastik terimlerle ifade edildiğinde, zihinsel fenomenlerin 'varoluşu (Dasein ya da existentia) yoktur, fakat onların yalnızca, gözlemlenebiliyorlarsa eğer, en azından sezgi yoluyla bilinen bir özleri (essentia ya da Sosein) vardır: `Eğer fenomenlerin doğaları yine de, dolayımsız bir görmede kavranabilen ve doyurucu bir biçimde tanımlanabilen bir özleri vardır... Sezgi özü özsel bir varlık olarak kavrar, ve orada-olmayı hiçbir şekilde öngerektirmez. Bilinç, saf fenomen olarak ya da "eidetik bir tarzda' sezilebilir.

1 Yorum - Senin Görüşün Nedir?

#1 performanssss
-
nalan
-
2014-12-06 11:24:15 0

birşey anlayan var mı... lutfe banada anlatabilirmisiniz

Görüşün Nedir?

Karakter Sayacı:
0