Türkçe Bilgi , Ansiklopedi, Sözlük

Çeşitli konularda makaleler içeren ve kullanıcıların yorum yazarak bilgi eklediği genel bilgi ve başvuru sitesi

Youtube

Kanalımıza abone oldunuz mu?

Youtube kanalımıza abone olarak hem sitemize destek olabilirsiniz hem de bilgilendirici videolarımızdan haberdar olabilirsiniz.

Hemen Abone Ol!

İletişim Bilgisi

Aşağıdaki bilgileri kullanarak site hakkında bize ulaşbilirsiniz

Telefon: +90 536 686 91 70

[email protected]

SULTAN IKINCI MURAD DÖNEMI

Makale Sayfaları
SULTAN IKINCI MURAD DÖNEMI
Sayfa 2
Sayfa 3
Sayfa 4
Sayfa 5
Sayfa 6
Sayfa 7
Sayfa 8
Sayfa 9
Sayfa 10
Sayfa 11
Sayfa 12
Sayfa 13
Sayfa 14

II. MURAD'IN TEKRAR TAHTA GEÇISI

Murad Bey'in, Manisa'ya çekilmesinden sonra, devamli surette onu padisah olarak kabul edip buna göre muamele eden Çandarli Halil Pasa ile, genç padisahin etrafinda toplanan rakipleri ikinci vezir ve Rumeli Beylerbeyi Hadim Sehabeddin, genç padisahin lalasi Zaganos ve vezir Saruca Pasa'lar arasinda bir iktidar mücadelesi baslar. Bu arada, genç padisahi yeni fetihler için tesvik eden Sehabedin ve Zaganos Pasa'lar, onu devletin siyasetine hakim tek hükümdar olarak görmek istiyorlardi. Bu durumdan haberdar olan ve kendilerini tehlikede gören Karamanoglu ile Kastamonu hâkimi, Murad Bey'e bas vurarak vaziyeti anlatmak zorunda kalmislardi. Sonradan bunlara Bizans Imparatoru ve Despot da katilacaklardir, Murad Bey, bu bas vurular üzerine küçük sultan ile, onu bu siyasete iten vezirleri siddetle ikaz etmis olmasina ragmen, oglunun gerçek bir padisah gibi hareket etmesinden dolayi da içten içe sevinmisti. Bundan sonra Çandarli Halil Pasa'nin hazirlayacagi uygun vasati beklemeye baslar. Nitekim çok geçmeden yeniçeriler 1446'da Sehabeddin Pasa'nin aleyhine olmak üzere isyan ederler. Halkin da destegi ile güçlükle bastinlari bu isyan üzerine, devletin iç ve dis emniyeti için Murad Bey'in tekrar Edirne'ye gelip is basina geçmesi gerekiyordu. Halil Pasa'nin gizli daveti ile Murad Bey, 5 Mayis 1446'da Rumeli'ye gitmek üzere 4000 kisilik bir kuvvetle Manisa'dan yola çikar. Fakat sonradan fikrini degistirerek Bursa'ya gider. Ama Mora'da despot Konstantin'in tasarrufunun devam ettigi bir sirada Halil Pasa, Ishak Bey ve Anadolu Beylerbeyi Özgüroglu Isa Bey, onu tekrar Edirne'ye davet ederler. Bunun üzerine Murad Bey, Agustos sonlarinda, oglunun haberi olmadan Edirne'ye gelir. Ertesi gün Halil Pasa, Ishak Bey, Isa Bey ve diger beyler aralarinda anlasip genç padisaha nezaketen tahtini babasi lehine terk etmesini, fakat onun bunu kabul etmeyecegini söyleyerek bir emrivaki yaparlar. Murad Bey, yapilan teklifi kabul ederek tahta geçer. Tursun Bey, Sultan Mehmed'in babasina olan saygisindan dolayi tahtini gönül rizasi ile teslim ettigini söyleyerek söyle der: "Amma çün atasina nisbet-i kemâl-i inkiyadi var idi, hüsn-i riza ile atasin getürdi, saltanatin teslim etti." O anda da orada hazir bulunan herkes kendisine bey'at etti. Mehmed, veliahd olarak Zaganos ve Nisanci Ibrahim Bey'le birlikte Manisa'ya gönderildi.

BALKANLAR'DA HAKIMIYET VE MORA SEFERI

Yildirim Bâyezid zamaninda Osmanli nüfuzu altina girmis olan Mora, Ankara Muharebesi'nden sonra baglantidan kurtulmustu. Mora'nin büyük bir kismi Bizans'a aitti. Eskiden beri imparatorun oglu veya kardesleri bu yarimadada "Despot" adi ile müstakil birer hükümdar gibi hüküm sürerlerdi. Mora Despotu olan Konstantin (1448'den itibaren Bizans Imparatoru), Segedin muahedesini kabul etmek zorunda kalan Sultan Murad'in, hükümdarliktan çekilmesi üzerine durumu kendi lehine müsait görerek Teb, Beotya ve Pindos taraflarini ele geçirerek Mora'nin müdafaasi için faaliyetlere girismisti. O, bununla da yetinmeyerek Osmanli taraftan olan Atina prensi II. Nerio Acciajoli'yi de kendisiyle birlesmeye zorlamisti. Kuzeyden gelebilecek bir Osmanli hücumuna karsi, Gördes ile Korent denilen ve karadan Mora'nin kapisi durumunda bulunan dar geçidi (berzah) saglamlastirmisti. Böylece Mora, Osmanlilara karsi yeniden tahkim edilmis oluyordu. Mora seferinin sebebi de Padisahin bu tahkimattan süphelenmesi idi. Osmanlilarin, nüfuzlari altindaki Mora'dan vaz geçmeleri mümkün degildi. Çünkü Yunanistan fütuhatinin tamamlanmasi, Mora'ya hâkim olmakla mümkündü. Öyle anlasiliyor ki Osmanlilar'in güttükleri siyasî hedef, Tuna'nin güneyinde, kendi yönetimlerinde olmayan bir toprak parçasi birakmamakti.

Daha önce de temas edildigi gibi Varna savasindan önce Papa donanmasinin Çanakkale Bogazini kapatmasi ve Macaristan Krali'nin Varna'ya kadar gelmesi, bütün Hiristiyan dünyasina oldugu gibi Kostantin'e de cesaret vermisti. O da digerleri gibi Osmanlilar'in Varna'da tamamen perisan olacaklarini ve artik Balkanlari tamamiyle terk edeceklerine inaniyordu. Bu yüzden de Osmanlilar'a ait bazi yerleri almisti. Sultan Murad, Varna zaferini kazandiktan sonra, Kostantin'in isgal ettigi yerleri geri vermesini istemis ise de uygun bir cevap alamamisti. Bu yüzden Mora'nin tekrar nüfuz altina alinmasi gerekiyordu.

Sultan Murad, Mora seferinden önce bölgeyi ve insanlarini taniyan akinci komutanlarindan Pasa Yigitoglu Gazi Turahan Bey'den buranin askerî, siyasî ve etnografik durumu hakkinda tafsilatli bilgi alir. Sultan Murad, gereken bilgiyi aldiktan sonra Turahan Bey'in akinci kuvvetlerini Mora'nin fethi ile görevlendirir. Korent kalelerini elde edebilmek için çok miktarda top mermisine (gülle) ihtiyaç vardi. Bes kaleyi birden vurabilmek için develerle buraya bakir nakl edilerek toplar dökülür. Serez'de toplanan Osmanli kuvvetleri, süratli bir yürüyüsle 8 Ramazan 850 (27 Kasim 1446)'da Korent (Korintos) berzahini kapayan Hexamilion (Kesmehisar) surlari önüne gelirler. Top atesiyle baslayan savasa bizzat Sultan Murad da katilir. Onun basinda bulundugu asil ordunun gayreti ile kale Aralik ayinin onunda zapt edilir. Osmanlilar'daki topçulugun ilerlemesi sayesinde on üç günde surlar delinmis ve Osmanli ordusu bu deliklerden içeri girip kaleyi zapt etmisti. Korent'in düsmesi ile Mora'nin kapilari yeniden Türklere açilmis oldu. Osmanlilar'ca Balyabadra adi verilen Mora'nin merkezi ve en büyük sehri Petras, tekrar feth edildi. Mora'nin kapisi olan bu yerler alininca bir koldan Padisah, diger koldan da Turahan harekete geçerler. Bunun üzerine Despot Konstantin, tarihçi Halkondilas'i elçi olarak Sultan Murad'a gönderir. Elçi, haber iletmesin diye baslangiçta tevkif edildiyse de sonunda serbest birakilir. Konstantin de senede belli bir miktar vergi vermeyi kabul eder. Ayrica Korent berzahi (geçit) kendisine yiktirilir. Sonuç olarak Osmanlilar'a karsi tecavüzlerde bulunan Despot Konstantin ile kardesi Thomas, tekrar Osmanli tabiiyetini tanimak zorunda kalirlar. Bu basaridan sonra Edirne'ye dönen Sultan Murad, buradan getirdigi esirleri Anadolu'ya nakl ettirip, oradan da bu bölgeye Müslüman Türkleri getirtmek suretiyle nüfus mübadelesi yapmisti.

Eflâk Voyvodasi Vlad Drakul, Sultan Murad'in Mora isini basarili bir sekilde sonuca baglayip Edirne'ye döndügünü görünce, onunla anlasmak ister. Fakat Yanko tarafindan öldürülür. Öte yandan daha önce Osmanli ordusundan kaçtigini belirttigimiz Arnavut Iskender Bey, Papa ve Macar Krali ile temaslarda bulunup Arnavutluk yolu üzerindeki Kocacik hisarini ele geçirmisti. Morava savasi sirasinda ordudan kaçip bozgunluga baslamasi, Kroya sancagina tayin edildigine dair sahte bir ferman uydurup Kroya (Akçahisar)'ya girip hisardaki Osmanli askerinin tamamini uykuda iken kiliçtan geçirmesi, tekrar Hiristiyanliga dönmesi ve Papadan yardim görmesi gibi hareketleri yüzünden ortadan kaldirilmasi gerekiyordu. Iskender Bey, aldigi yardimlar sonucunda kazandigi bazi basarilarina güvenerek Venedikliler'le de bozusur. Osmanlilar bunu iyi degerlendirerek 1448 yazinda bir taarruza karar verirler. Gerçekten de Sultan Murad, belirtilen yilda yaninda Sehzade Mehmed de olmak üzere büyük bir ordu ile Arnavutluga girerek Kocacik hisarini zapt eder. Fakat kisa bir müddet sonra Sirp Despotu Jorj Brankoviç'ten, Jan Hunyad'in Macar, Eflâk, Bohemya ve Almanya'dan topladigi 90.000 kisilik bir ordu ile Tuna'yi geçip Sirp topraklarina girmek üzere oldugu haberini alinca, Sofya'ya çekilerek ordusunu yeniden düzene sokar. Buradan güney yolu ile Kosova ovasina gelerek düsmanini savasa mecbur eder.

IKINCI KOSOVA MUHAREBESI

Osmanlilar'a karsi tertiplenen bu yeni Haçli seferi, Varna zaferinden dört yil sonra 17-19 Ekim 1448 tarihlerinde olmustur. Takdirin bir tecellisi olacak ki bu ikinci seferde bulunan Osmanli hükümdarinin adi da Murad'dir. Birinci Kosova'da Murad Hüdavendigâr (Birinci Murad), Ikinci Kosova zaferinde de Ikinci Murad bulunmuslardi.

Osmanli Devleti, Iskender Bey'in ayaklandirdigi Arnavutlar'i yola getirmek için ugrasiyordu. Sultan Murad, Iskender'in merkezi olan Kroya (Akçahisar)'yi kusatma altina aldigi zaman Jan Hunyad'in hududu geçmek üzere oldugunu Sirp Despotu ile Vidin sancak beyinden ögrenmisti. Bu haberin alinmasi üzerine Sultan Murad kusatmayi kaldirip Sofya'ya dönmüstü. Bu arada Jan Hunyad, Albert'in küçük ogluna naib olarak Macaristan'in bütün dizginlerini ele geçirmisti. Varna muharebesinin kahramanligina sürdügü lekeyi silmek için var gücü ile çalisip kuvvet topluyordu. Bunda muvaffak da oluyordu. Çünkü kisa zamanda etrafinda, Macarlar'dan baska Eflâk, Polonya, Erdel ve Almanya gibi devletlerden de kuvvetler toplanmisti. Böylece Jan Hunyad, doksan bin kisilik bir kuvvetin basina geçip Sirbistan'i isgal ile yoluna devam eder.

Sultan Murad, Hunyad'in Tuna'yi geçmek üzere oldugunu ögrenince derhal Arnavutluktan çikarak Sofya'ya gelir. Burada orduyu terhis etmeyerek timarli sipahilere memleketlerinden harçlik getirmek üzere "harçlikçi"lar tayin edip Sofya'da beklemeye karar verir. Jan Hunyad ise yoluna devamla 1448 senesinin Ekim ayi ortalarinda Kosova'ya gelir. Osmanli hükümdari da 80-100 bin kisilik bir kuvvetle ayni yere gelir.

Sultan Ikinci Murad, muharebeden önce baris teklifinde bulunmak üzere düsmana elçiler gönderdiyse de bunlar, Jan Hunyad tarafindan gerisin geriye gönderilmislerdi. Iki ordu harb etmeksizin karsilikli olarak bir gün beklediler.

Muharebe 1448 Ekim ayinin 17, 18 ve 19. günü olmak üzere üç gün sürdü. Savas, Jan Hunyad'in hücumu ile basladi. Osmanli ordusu klasik bir düzenle sag, sol ve merkez olmak üzere bölümlere ayrilmisti. Düsmanin sag kolunda Macarlar ile Sicilyalilar, sol kolunda da Alman, Bohemya, Transilvanya ve Eflâk (Ulah) kuvvetleri bulunuyordu.

Hunyad, Varna'daki hatalan tekrarlamayacagini düsündügünden savasi kazanacagindan emin görünüyordu. Haçli ordusunda, I. Murad'in oglu olan Savci'nin öldürülmesinden sonra kaçmayi basaran oglu Davud da vardi. Muharebenin ilk günü, hafif silahlarla baslayan savas, esit sartlar altinda devam ediyordu. Hunyad, Osmanli ordusunun ikinci gün çekileceginden emin görünüyordu. Bu sebeple asil hücum ikinci günü ögleden sonra baslayip aksama kadar devam etti. Savci Bey'in oglu Davud'un tavsiyesi ile gece

yarisi Osmanli ordusuna yapilan baskin da bir ise yaramaz. Muharebe üçüncü gün günesin dogmasiyla tekrar baslar. Taktik geregi Osmanli ordusunun sag ve sol kanatlan mukavemet edemiyorlarmis gibi yavas yavas geri çekilirler. Böylece merkez, düsmana karsi açik ve korumasiz kaliyordu. Durumu fark eden düsman, bütün gücü ile merkeze yüklenir. Yeniçeriler bütün güçleri ile karsi koyarlarsa da onlar da yine plân geregi geri çekiliyormus havasini verirler. Tam bu sirada Osmanli ordusunun sag ve sol kanatlari, merkeze girmis olan düsman kuvvetlerini yandan ve arkadan çevirmeye baslarlar. Bu sirada Turahan Bey'in bulundugu sol kol, Osmanli karsi taarruzunun merkezini teskil ediyordu. Çünkü Osmanlilar'in sol kolu ile harb etmekte olan Jan Hunyad'in sag cenahini, Turahan Bey kuvvetleri çevirmekte idi. Çevrildigini anlayan düsman, ümitsizce savasmaya devam ediyordu. Tam bu esnada Vezir-i A'zam Çandarlizâde Halil Pasa'nin delâleti ve bazi vaadlerle Eflâk prensini harpten çekilmeye ikna etmesi üzerine düsman tam bir ümitsizlige kapilir. Önden ve arkadan hücuma maruz kalan düsman, perisan olmustu. Bununla beraber askerler, geri çekilerek siperlerine ulasabildiler. Hunyad, komutanlari ile görüsüp durum degerlendirmesi yapar. Ama gece yansi yanina aldigi bazi seçkin süvarileri ile harp meydanini terk edip kaçar. Onun kaçtigini bilmeyen ordusu, sabahleyin Türklerin hücumuna dayanmaya çalisirsa da komutanlarinin kaçtigini ögrenince tamamen dagilir. Bu ordudan pek azi kurtulur. Düsmanin zayiati on yedi bin kadardi. Halkondil'e göre Osmanlilar'in zayiati ise dört bin civarindadir. Böylece Kosova ovasinda Müslüman Türkler ikinci defa parlak bir zafer kazanmis oluyorlardi. Ikinci Kosova, Avrupa'nin, Türkleri Balkanlar'dan sürmek için yaptigi sonuncu tesebbüstür. Bundan sonra Avrupa tamamen savunma durumuna geçecek, elindeki toprak ve menfaatleri kaptirmamak için mücadele edecektir.

Sultan Murad, 1450 yazinda oglu Mehmed'i de yanina alarak ikinci defa Amavutluk seferine çikar. Osmanli kuvvetleri Akçahisar'i kusatip toplarla dövmeye basladilarsa da hisarin savunmasini Vrana'ya birakip disarda ani baskinlarda bulunduktan sonra sarp daglara siginan Iskender'in bu neviden baskinlari yüzünden alinamaz. Tam bu esnada Jan Hunyad'in yeni bir hücuma kalkisacagi sayiasi yayilir. Ekim soguklarinin da baslamasi üzerine Sultan Murad, kusatmayi kaldirip Edirne'ye döner. Sultan Murad'in kaleyi feth etmeden Edirne'ye dönmesi, Hiristiyan âleminde büyük bir sevinçle karsilanir. Bu hâdiseden sonra Iskender Bey'in söhreti birdenbire artar.

SEHZÂDE MEHMED'IN DÜGÜNÜ

Akçahisar kusatmasinin kaldirilmasi, Hiristiyan dünyasinda büyük bir sevince sebep olmustu. Bununla beraber Osmanlilar üzerinde fazla bir etkisinin, olmadigi anlasilmaktadir. Zira bu hadiseden hemen sonra Sultan Murad, sehzadesi Mehmed için Edirne'de muhtesem bir dügün tertiplemisti.

Sultan Murad, daha önce bir sefer evlenmis bulunan oglu Sehzâde Mehmed'e Dulkadiroglu'nun kizini almak istedigini, Vezir-i A'zam Halil Pasa'ya sorup fikrini almak ister. O da bu görüsün yerinde oldugunu söyler. Bu sirada Dulkadir Beyligi'nde Nâsirüddin Mehmed Bey'in oglu Süleyman Bey bulunuyordu. Bundan çok seneler önce, Çelebi Sultan Mehmed Bey de Nâsirüddin Bey'in kizini almis oldugu için arada bir akrabalik da vardi. Bunun için derhal Amasya sancakbeyi Hizir Bey'in hanimi, görücü olarak Elbistan'a gönderilir. Süleyman Bey'in bes kizindan en küçügü olan Sitti Hanim'in nikahi kiyildiktan sonra gelin olarak Edirne'ye getirilir. 1450 senesi kisinda (H. 854, Sevval-Zilhicce) genç sehzade Mehmed'in evlenmesi münasebetiyle dogu ve batidaki dost hükümdarlar ile tâbi beyler, Edirne'ye davet edilerek muhtesem bir dügün yapilir. Bu is ve davetlerin organizasyonu için Saruca Pasa görevlendirilmisti. Dügünden sonra Sehzade Mehmed genç karisiyla birlikte Manisa'ya gider.

SULTAN II. MURAD'IN VEFATI VE SAHSIYETI

Sultan II. Murad, genç evlileri Manisa'ya ugurladiktan kisa bir müddet sonra 1 Muharrem 855 (3 Subat 1451) günü kusluk vakti vefat etti. Kaynaklarin çogu, Sultan Murad'in Ölümünü nüzûl (felç) isabetine, bazilari da soguk alginligindan ileri gelen kisa bir hastaliga baglarlar. Dukas ve Hammer gibi bazi tarihçiler de asiri yorgunlugun ölümüne sebep oldugunu bildirliler. Öldügü zaman henüz kirk sekiz yaslarinda idi. Ölüm hadisesinden hemen sonra cesedi tahnit edilir. Vefat haberi Manisa'daki Sehzade Mehmed'e bildirilerek derhal gelmesi istenir. Halil Pasa tarafindan gönderilen bu haber üzerine "Beni seven arkamdan gelsin" diyen Sehzade Mehmed, sür'atli bir sekilde Edirne'ye gelip babasinin ölümünden 16 gün sonra Osmanli tahtina geçer. Ileride "Fatih" ünvanini alacak olan genç padisah, babasinin vasiyeti geregi cesedini Bursa'ya göndererek onu bugün hâlâ "Muradiye" diye bilinen semtteki türbesine defn ettirir.

Murad Bey, veya halkin dili ile Koca Murad 1446 Agustos'unda tanzim edip Eylül sonlarinda Halil Pasa, Saruca Pasa, Ishak Pasa ve kadiasker Mehmed b. Feramürz tarafindan tescil olunan vasiyetnâmesinde nereye ve ne sekilde gömülecegini, üstüne yapilacak türbenin ne sekilde olacagini ve nihayet vakfinin sartlarini bildirir. O, asli Arapça olan ve oglu tarafindan uyulan vasiyetnâmesinde söyle diyordu:

"... Öldügüm zaman beni Bursa'ya, caminin yakinindaki oglum Alaeddin'in 3-4 arsin yanina gömün. Mezarimin üstüne büyük hükümdarlar için yapilan muhtesem türbelerden yapmayiniz. Cesedimi lahde degil, sünnet-i seniyye üzre topraga koyun. Etrafi duvar fakat üstü açik bir türbe yapiniz. Hafizlarin Kur'an okuyacaklari yerin üzeri kapali, kabrimin üstüne yagmur yagmasi için oraya tesadüf eden kismin üstü açik olsun. Azad edilmemis olan kölelerimin tamami ölümümden kirk gün önce azad edilmistir. Etrafima evlad ve akrabalarimdan kimseyi gömmeyin. Eger Bursa'dan baska bir yerde ölürsem nâsimi oraya nakl ediniz. Bu nakil, bir persembe günü olsun ki, defin cuma günü gerçeklessin..."

II. Murad hakkinda gerek Osmanli, gerekse diger milletlere mensub tarihçilerin ittifaka yakin bir sekilde beyan ettiklerine göre o, ince ruhlu, hassas, çok âdil, merhametli, sözüne ve vaadlerine sâdik, cesur, azim ve tedbir sahibi, güler yüzlü, ahdine riayet edenler hakkinda dost, ahdini bozanlar hakkinda da sedid idi. Hammer'in de ifadesine göre memleketini seref ve hakkaniyetle idare ederek milletinin hatirasinda mütedeyyin (dindar) lütufkâr, âdil ve metin bir hükümdar adi birakti. Savasta oldugu gibi barista da sözünün eri idi. Ancak sözünden dönenlerin korkunç öc alicisi idi.

Sultan II. Murad, ince ruhlu ve hassas bir kimse idi. Ilmî müsahabeleri sever, ulemayi himaye eder ve onlara tahsisatlar ayirirdi. Musikî, siir ve edebiyata düskündü. Denebilir ki siir, onunla Osmanli sarayina girmisti. Suara tezkireleri, onun sairliginden bahs ederlerken onun ilim ve sanata olan sevgisinden de uzun uzadiya söz ederler. Güldeste-i Riyaz-i Irfan'a göre bizzat kendi latif tab'i (yaratilisi) siire meyyâl ve nükte söyleyicilerin dildâdesi olup haftada iki gün âlim ve sairleri divaninda toplayip ilmî mübâheseler ederek ve sairlerin münazara ve münakasalarini dinleyerek "Ehl-i kemâlin cevheri, ancak itibar ile parlayip açilir" derdi. Çagdas tarihçi Ibn Tagriberdî, onun sahsiyeti hakkindaki su ifadeleri ile gerçegi yansitmaya çalisir: "Hükümdarligi uzun sürmüs, yükselmis, hasmet kazanmis, saadete ermis ve Rûm (Anadolu) hükümdarlarinin en büyügü olmustur. Cihaddan hiç bir vakit geri kalmamakla beraber eglence ve zevke düskündü. Allah yolunda tehlikelere bizzat atilir ve bu ugurda yorulmak bilmez, varini yogunu harcardi. Bütün hayati böyle geçmis denebilir. Bununla beraber halka karsi âdil olup isleri ile yakindan ilgilenirdi. Ayni zamanda cömert ve iyi huylu idi. Yalniz su kadar var ki keyfine düskündü. Musikî ehlini severdi. Fakat bir cihad haberi gelince derhal kalkar her seyi birakirdi."

Ülkesinde kültür ve ilim hayatini yükseltmek için her fedakârligi göze alabilen Sultan Murad, ilim adami ve bilginlere karsi son derece cömert davranirdi. Bu sebeple Arabistan, Türkistan ve Kirim gibi yerlerden pek çok degerli âlim, onun ülkesine gelmisti. Bu da memlekette kültürün gelismesine ve ilmî ilerlemenin sür'atli bir sekilde olmasina sebep olmustu. Gerçekten de onun döneminde Arapça ve Farsça'dan bir çok eserin Türkçe'ye tercüme edildigini, bunun da kültürel gelismeye tesir ettigini biliyoruz. Hatta onun adina birçok eser telif ve tercüme edilmisti.

Sultan Murad, Edirne, Bursa, Selânik, Ipsala ve Ergene gibi önemli yerlesim merkezlerinde yaptirdigi hayir ve sosyal tesisler ile de dikkat çeker. Yaptirdigi muazzam eserler sebebiyle kendisine "Ebu'l-hayrât" ünvani verilmisti. Onun bu neviden faaliyetlerini gören devrinin devlet erkâni ile zenginleri de benzer tesisleri kurmakta gecikmediler. Bursa'da Muradiye Camii, imâret, medrese ve müstemilâti Sultan II. Murad tarafindan yaptirilmistir. Fakat bu hakan asil dev eserlerini Edirne'de insa ettirmisti. Bunlarin en mühimleri, Muradiye (1435), Dâru'l-hadis (1435), Yeni Cami (Bugünkü adi ile Üç Serefeli, 1447) gibi eserlerdir. "Üç Serefeli" denen minare, Türk minarelerinin en güzellerinden biridir. 1413'te Çelebi Sultan Mehmed'in, Mimar Konyali Haci Alaeddin'e tamamlattigi Eski Cami'de oldugu gibi Üç Serefeli'de de kisin abdest musluklarindan sicak su akardi. Sultan Murad, Edirne'yi ihya edercesine kalkindirmis ve Balkanlarin en büyük sehri haline getirmisti. O, Ergene köprüsünü yaptirmak suretiyle bölgeyi de yerlesime açmisti. Dogu ile bati arasinda önemli bir geçit vazifesi gören Ergene köprüsünün yeri, orman ve bataklikti. Bu yüzden burasi, eskiya, kanun kaçaklari ve hirsizlar için mükemmel bir barinak vazifesi görüyordu. Sultan Murad, böyle bir yerde köprü yaptirmak suretiyle hem kötülüklerin barinagini kurutmus oluyor, hem ulasimin kolaylasmasini sagliyor, hem de bölgenin mamur hale gelmesine yardim ediyordu. Köprünün insasindan sonra burada cami, hamam, imâret ve pazar gibi halkin ihtiyaçlarina cevap verebilecek sosyal tesisleri kurduktan sonra halki oraya yerlestirir. O, bununla da kalmaz, gelip oraya yerlesen halki birçok vergiden de muaf tutar. Âsikpasazâde köprü insaatinin durumunu verdikten sonra söyle der: "Köprünün iki basini mamur sehir edüp imâret ve Cuma mescidi etti. Hamam ve pazarlar yapti. Ve ol vakit kim imâretin kapusu açildi. Sultan Murad ulemayi ve fukarayi kendisi aldi ol imârete vardi. Bir nice gün atâlar etti. Akçalar ve floriler ülestirdi. Ol taam pistigi vakit kendi mübarek eli ile fukaraya ülestirdi. Ve çiragin kendi uyardi. Yapan mimarlara hil'atlar giydirdi. Ol sehrin halkini cemi-i avarizdan muaf ve müsellem etti."

Kaynak: Osmanli tarihi

<< Önceki - Sonraki Sayfa >>

Görüşün Nedir?

Karakter Sayacı:
0