Türkçe Bilgi , Ansiklopedi, Sözlük

Çeşitli konularda makaleler içeren ve kullanıcıların yorum yazarak bilgi eklediği genel bilgi ve başvuru sitesi

Youtube

Kanalımıza abone oldunuz mu?

Youtube kanalımıza abone olarak hem sitemize destek olabilirsiniz hem de bilgilendirici videolarımızdan haberdar olabilirsiniz.

Hemen Abone Ol!

İletişim Bilgisi

Aşağıdaki bilgileri kullanarak site hakkında bize ulaşbilirsiniz

Telefon: +90 536 686 91 70

[email protected]

Bende Yazdım ,Milli Mücadeleye Giriş (6 ncü Cilt)

KİTABIN ADI : BEN DE YAZDIM, MİLLİ MÜCADELEYE GİRİŞ (CİLT 6)
KİTABIN YAZARI : CELAL BAYAR
YAYINEVİ VE ADRESİ : SABAH YAYINEVİ BEYOĞLU / İSTANBUL
BASIM TARİHİ : 1997

KİTABIN ÖZETİ :

    Celal Bayar'ın, Ben de Yazdım kitabının bu cildinde, Osmanlı Ordusunun dağılması, İstanbul Hükümetinin işgal karşısındaki aciz tutumu ve destekler nitelikteki tavrı, işgal sırasında gerçekleşen katliamlar ve baskılar, Aydın'ın Yunanistan tarafından işgal edilmesi, halkın işgalcilere karşı örgütlenmesi ve silahlı mücadele gibi konular yer almaktadır.

    19 Mart 1919, Celal Bayar için bir dönüm noktası, yeni bir ufuk ve sonu belli olmayan bir yolculuğun başlangıcıydı. O, gizlenmenin değil çalışmanın esas olduğunun bilincindeydi. Katipoğlunda silah arkadaşları Edip ve Emin Fikri Beyler ile Üsteğmen Fethi Bey'in refakatiyle gecenin şiddetli yağmurundan sonra Buca'nın güneyinden Torbalı'ya varmayı hedefliyorlardı. Bu yolculuk sırasında onu tanıyan insanlar yardım etmek için seferber olmuştu. Buca'nın birkaç kilometre ilerisine gelindiğinde bir Rum çetesinin pususuna düştüler. Gaziemir ve civarında yolculara musallat olduğu bilinen bu çete Celal Bayar ve arkadaşlarını Seydiköy Askeri garnizonunun öncüleri sanarak ateş açmamışlardı.

    Celal Bayar, memleketin bir Yunan tehlikesi karşısında olduğunu çok iyi anlamıştı. İnsanlara kurtuluş mücadelesinin ancak silahlı mukavemetle yapılabileceğini ve buna hazırlanmak gerektiğini bir vaiz gibi anlattı. Onun maksadı sadece vatandaşlara faydalı olmaktan ibaret olan siyasi, biraz da içtimai bir cemiyetin mümessili olmak idi. Hayatını bu gayeye bağlamıştı. Bu sırada yakalanması için vilayetten telgraf üstüne telgraf geliyor, buna rağmen silahlı mücadele ve teşkilatlanma çalışmaları hız kazanıyordu. İzmir zabıtası oturduğu evi kara ve denizden göz hapsine almıştı. Ödemiş Kaymakamı Zühtü Bey görevden alınarak yerine Nif (Kemalpaşa) ilçesi Kaymakamı Bekir Sami Bey tayin edildi. Bu bölgedeki çalışmalar hükümetin bu bölgeye fazla önem vermesine sebep oluyordu.

    Hedef, Ferit Paşa Hükümetini devirmek ve Yunanlıların İzmir'i işgaline karşılık vermek amacıyla siyasi çeteler kurmaktı. İlk iş milletin kuvvetini, birliğini memleketin savunması etrafında toplamaktı. Amaç, düşman işgaline karşı koymak ve milli istiklal ve hürriyetimizi korumaktı.

    Bu arada Gökçen Hüseyin Efe adlı bir kişiyi jandarma takibat altına almış ve ortadan kaldırmayı planlamıştı. Efeler adına Mehmet Ağa isminde birisi bu zeybeğin hayatının bağışlanması karşılığında ortaya çıkması konusunda Celal Bayar'dan yardım istemişti. Bu söz verildi ve Gökçen Hüseyin Efe ile kızanları ortaya çıktılar. Damat Ferit hükümeti ve onun taraflısı olan kimseler ve hatta Rumların Celal Bayar ve arkadaşlarını ortadan kaldırmak için tahriklerde bulunmaları dolayısıyla bu Efenin Celal Bayar'a karşı bir tuzak olarak kullanılmaya çalışılması ihtimali vardı. Rum cemaati, Celal Bayar'ı ele geçirmek için bütün teşkilatını seferber etmiş, kendisini yakalayana bin altın vaadinde bulunmuştu. Fakat Efenin gösterdiği sıcak kabul ve saygı ile karşılaşan Celal Bayar şüphe etmemişti.

    Bu tür insanlar ünlü olmak için zeybek olma hevesine kapılırlardı. Kemalist rejim zeybeklik müessesesini tasviye etmiştir. Dağa çıkmayı ne şeref ne de mertlik saymış ve zeybeklerin çoğunu Kuvay-ı Milliye'ye dahil etmiştir. Bu kişiler burada milli heyecanı ve istiklal aşkını duyarak ve öğrenerek yaşamış ve yaşatmışlardır. Bu uğurda daha sonra şehit düşen Gökçen gibi hayatını kahramanca feda edenler olmuştur.

    Aradan birkaç gün geçmişti. Yapılacakların bilançosunu gözden geçirmek amacıyla hadiselerin inkişafını beklemeye karar verdiler. Celal Bayar, Kahrat köyünde vakit geçirirken ziyaretine gelenlere Türklüğün memleketin en sağlam temeli olduğunu ve üzerinde bulundukları toprakların gerekirse silahlı mücadele ile savunulması gereken Türk toprakları olduğunu anlatmaktaydı.

    Anadolu'nun çeşitli bölgeleri ile Trakya'yı gezmek ve günün şartlarına göre telkinde bulunmak üzere heyetler kurulmuştu. Heyetlerin başında saltanat hanedanından birer şehzade bulunuyordu. Bunlar halka, Padişah Vahdettin'in mesajını okuyacaklardı. Fakat güdülen asıl maksat, Osmanlı Padişah ve Hanedanının Meşrutiyetin ilanıyla kırılan nüfuzunu artırmak, eski hükümeti halk nazarında kötülemekti.

    Bu heyet 1919 yılı Nisan ayının on birinci günü Alemdar Vapuru ile Mudanya'ya, oradan da Bursa'ya geçmiş, ertesi Cuma günü Padişah Vahdettin namına beyannamelerini okumuştu. Halk, heyetin yapmak istediklerini kavramış ve bundan dolayı kendilerine Heyet-i Nasiha (Nasihatçılar) adını takmıştı. Ancak Ege Bölgesi, Antalya gibi yerlerde Şehzade henüz egemenliğin sembolü sayıldığı için alkışlanıyordu. Bu düşünce ile İzmir ve Antalya Türkleri, Şehzadeyi iyi karşıladılar. Heyet 29 Nisan 1919'da Aydın'a geçti. Aydınlılar beklenen ilgiyi göstermediler. Heyet Aydın'dan sonra Denizli'ye, oradan da Isparta'ya geçecekti. Isparta'da Aydındakine benzer bir hadise olmuştu. Heyet buradan Burdur ve Antalya'ya doğru yoluna devam edecekti.

    15 Mayıs 1919'da İzmir Yunanlılar tarafından işgal edilmiş, şehirde Türklerin öldürülmekte olduğu haberi gelmişti. Yunanlılar rüyalarının gerçekleştiğini görmüş olmalarından dolayı sevinçliydi. Vali ise Venizelosun mesajından habersizdi. İzmir'deki Kolordu harekete geçmiş, Harbiye Nazırına telgraf çekip talimat istemişti. Gelen cevapta işgalin mütareke şartları hükümleri icabında olduğunu, kolaylık sağlanması durumu tabiidir denmişti. İzmir'de Kolordu kumandanının yazılı tebliği üzerine Foça ve Urla'yı Fransızlar, Kösten adasını İngilizler, Yenikale'yi Yunanlılar teslim aldılar. İtalyanlar Konferans kararı ile ilgili olmayarak işgal ettikleri Kuşadası'ndan ilerleyerek, Selçuk'u aldılar. Olup bitenler karşısında halk toplanıp çare bulma yoluna gitmeye çalışıyordu. Ordu içinde, verilen emir karşısında itaat edileceğine dair subaylardan imza toplanmaya çalışılıyordu. Fakat karşı çıkanlar da olmuyor değildi. Bu subaylar Kuvay-ı Milliye'de vazife alacaklardı. İmza atan subayların bazıları işgalden sonra Anadolu içlerine çekilmiş, bazıları Tire'de ve Celal Bayar'ın bulunduğu köyde temas sağlamışlardı.

    Yedek subaylar, İttihat ve Terakki mensupları ve vatanını seven halk çözüm arayışına girmişti. Türk ocaklarında toplantı üstüne toplantılar yapılıyordu. Redd-i İlhak Heyeti imzalı bir telgraf memleketin her köşesine çekildi. Redd-i İlhak Heyeti Milliyesinin bu telgrafı, Atatürk'ün dediği gibi 'Redd-i İlhak prensibinin ilanı müjdesi' olarak bütün vatanseverleri etkiledi.

    Bu sırada İzmir'in işgali halkın şaşkın bakışları ve Yunanlıların sevinç gözyaşları arasında devam ediyordu. Bu sırada bir silah sesi duyuldu. Ses, şimdiki ismi Güzelyalı olan yolun başında hükümet konağı meydanlığının köşesinden geliyordu. Memleketi idare edenlerin ruhi zaafına karşılık İzmirli Aziz Efendi adında bir vatansever, her Türkün sahip olması gereken fedakarlık, kahramanlık ve vatanseverlik vasıflarının örneğini veriyordu bu şekilde. Duyulan silah sesi üzerine Yunan kuvvetleri önce dağılırcasına kaçmışlar, kısa bir süre sonra toparlanmışlar ve kışlaya, Hükümet Konağına ve civarda kaçmak fırsatını bulamayan halkın üzerine ateş açmışlar ve işgali başlatmışlardı.

    İzmir'in işgaliyle kanunsuzluk da başlamıştır. Askerlerin üniformaları sökülmüş, memurlar dipçik ve odunlarla dövülmüştür. Kışla ve Hükümet Konağı derken bu baskın felaketinden gümrük idaresi de kurtulamadı. Yunanlıların akıl almaz muameleleriyle karşılaşıldı, memurlar sopalarla dövüldüler, ıslak fışkı ile dolu ambara atıldılar. Subayların süngü ve dipçik darbeleri altında üzerleri aranmış, bulunan para, saat, yüzük vb. eşyalar gasp ve yağma edilmiştir. Esirler Pasaport mevkiinde ve yakın civarında toplanmışlar, işkence edilerek hapsedilmiş ve aç bırakılmışlardı. İşgal sırasında mallarına tecavüz edilen vatandaşların, zarar ve ziyan talebi maksadıyla vilayete verdikleri dilekçelerin sayısı binden fazla idi. Memleketin vatansever aydınları bütün bunların gelecek için tehlikeli olduğunun farkında idi. İngiliz, Fransız ve Yunanlıların açık düşmanlığı, İtalyanların da sinsi politikaları sonucu hepsi aleyhimizde birleşiyordu. Arada görülen ayrılık sadece bir taktikten ibaretti.

    Atatürk'ü yakından tanıyanlar hürriyet ve istiklal aşkı ile yaratılmış kahraman bir insan ve asker olduğunu bilirlerdi. O, selameti Anadolu'ya geçmekte ve orada çalışmakta görüyordu. Bütün gücü ile gerçeği millete anlatacak, milli istiklalimize vurulmak istenen darbeye karşı mukavemet ve müdafaayı hazırlayacaktı. Samsun'a ayak bastıktan sonra güvendiği ve inandığı büyük milletinin iradesini yokladı. Valilere, ordu ve kolordu kumandanlarına gönderdiği telgrafta milli tezahüratın daha canlı olarak hazırlanması ve devam ettirilmesi gerektiğini belirterek sesini yükseltti. Bu ses, düşmana boyun eğme taraflısı olan İstanbul Hükümetine olduğu kadar Yunanlılara da bir cevaptı. İzmir'in işgali, halkta büyük tepki yarattı. Halk teslim mi olmak ya da istilacı düşmana karşı koymak arasında münakaşa halindeydi. Bir kısım vatandaşlar da iki taraflı propagandanın etkisi altında mütereddit ve doğru yolu aramakla meşguldü. Teslim olma fikrini savunanların gerekçesi karşımızda yalnız Yunanlıların değil, itilaf devletlerinin varolması nedeniyle yeniden silaha sarılmanın intihar olacağı düşüncesi idi. İzmir felaketi, milli hayatımızda yeni bir devrimin başlangıcı oldu.

    Bu sırada Ödemiş'te ileri gelenlerin katılımıyla açık bir toplantı yapıldı. İzmir'in işgalinden sonra, Yunan kuvvetlerinin iç şehirlere doğru ilerlemesi, Ödemiş'in de işgal edileceğinin göstergesiydi. İlçenin her meslekten ileri gelenleri toplantıda hazır bulundu. Şiddetli münakaşalar ve birçok tekliflerde bulunuldu. Neticede daha medeni olarak görülen İtalyan işgal kuvvetlerini için davet etme fikri ortaya çıktı. Fakat vakit yetersizdi. Birgi bucağında, İzmir'in işgal edildiği gün Rumlardan gizli kalması için, tarihi Ulu Cami'de devletlerin temsilcilerine protesto telgrafları çekilmesine ve düşmana karşı bütün mevcut güçle karşı gelinmesine karar verilmişti. Bilinen sebepler dolayısıyla sonuç alınamamış, fakat Birgililer bozguncuların memleketlerine sokulmasına meydan vermemiştir.

    Tire'de de Ödemiş'te olduğu gibi toplantılar yapılıyor, Yunan işgaline karşı nasıl hareket edilmesi lazım geleceği görüşülüyordu. İzmir'in işgali ile hükümetin ne kadar çaresiz olduğu anlaşıldığından memleketin her köşesinden saraya yığın yığın protesto ve şikayet telgrafları başlamıştı. Sultan Vahdettin tahtı bırakarak yerine damadını vekil tayin etmişti. İstanbul Üniversitesi'nin profesör ve öğrencileri 17 Mayıs 1919 günü üniversitenin konferans salonunda toplandı. 19 Mayıs 1919'da Fatih'te bir miting yapıldı. Bunu, Üsküdar mitingi takip etti. 22 Mayıs 1919'da Kadıköy Türkleri ve 23 Mayıs 1919 Cuma günü çeşitli delegeler konuşuyor ve ortaya farklı farklı fikirler atıyorlardı. Sonuç olarak Sultanahmet Camii önünde yapılan en büyük mitingde İzmir'in Yunanlılara ilhak edilemeyeceği düşüncesi etrafında birleşildi.

    Sultanahmet Meydanındaki bu mitingden sonra bir heyet Saraya gitti. Vahdettin'e miting kararlarını, halkın duygu ve isteklerini bildirdi. İzmir'in işgali sonrasında kabinenin değiştirilmesi yeterli görülmemiş, ‘Şuray-ı Saltanat' adında bir meclisin toplanmasına karar verilmişti. Ortaya atılan birçok fikir ve mütalaaları üç kısma ayırabiliriz:

1. Milli Şura kurmak, istiklalimizi sağlamak,

2. Memleketin parçalanmasını önlemek için Amerikan mandasını kabul etmek,

3. Hürriyet ve itilaf Partisinin isteği ile memleketi İngilizlere teslim etmek.

    Kurulan Şuray-ı Saltanat, Hükümetin lehine konuşmalar yapılmadığı için kısa bir süre sonra dağıtılmıştı. Meclisin karar vermeden bitmesi, iç ve dış politika bakımından aleyhimize olmuştu. Şuray-ı Saltanat toplandığı zaman Mustafa Kemal Paşa Havza'da bulunuyordu. Paşa, İstanbul gazetelerinde gördüğü şaşırtıcı cereyanlar sonucunda milleti korumak için harekete geçmişti. Yukarıda da açıklandığı üzere bu sıralarda İstanbul'da iki önemli cereyan vardı: Amerikan veya İngiliz taraftarlığı. Fakat İstanbul'da mandacıların karşısında İstiklal isteyenler de vardı. İstanbul'daki siyasetçilerin manda problemi ile meşgul oldukları bir sırada 23 Temmuz 1919'da başlayan Erzurum Kongresi sona ermiş, kararlarını almıştı.

    İzmir vakası sonrasında Ali Nadir Paşa görevinden uzaklaştırılmış, yerine 20 Mayıs 1919 tarihinde 56 ncı Tümen Kumandanı Bekir Sami Bey, 17 nci Kolordu Kumandanlığı vekaletine getirilmişti. Yeni kumandan her ne olursa olsun Yunanlılara karşı konulması azminde idi. Bu vesile ile İzmir çevresinde ilk önce 21 Mayıs 1919'da Bandırma'ya çıkıldı. Daha sonra Manisa'ya gidilecekti. Düşmanın Manisa'ya gitmek üzere olduğu öğrenilince Akhisar'da kalındı.

    Görülüyor ki İzmir'in işgali vatandaşlarda şok etkisi yapmış, Padişahın ve Damat Ferit Hükümetinin tutumu da ümitsizlik yaratmıştı. Fakat mücadele fikri dalga dalga Ege Bölgesine ve memleketin geri kalanına yayılıyordu. Samsun'a ayak basan Mustafa Kemal'in vatan çapındaki hareketi yerli Rumlar arasında telaş ve heyecanı arttırıyordu. Yunanlıların işgalinin sineye çekilemeyeceği fikri yayılmaya başlamış, bu sırada Ödemiş'te Yunanlılara karşı koymak için hazırlıklar devam etmekteydi. Ödemişliler bu tedbirleri sükunetle karşılayıp, her türlü yardımda bulunuyorlardı.

    Düşman Hacı İlyas Bey cephesine 11 Haziran 1919'da taarruz etmiş, mukavemet kuvvetleri Ödemiş istikametine doğru çekilmişti. Aynı gün Yunanlılar kuşatma harekatına başlamış, akşama doğru Ödemiş'i işgal etmişti. Sonuç ne olursa olsun bu ilk mukavemet istilacı düşmana karşı koymanın ve milli heyecanın silahlı ilk tezahürlerinden biri olması nedeniyle üzerinde durulması gereken bir olaydır.

    İzmir'in işgali, her yerde olduğu gibi Aydın'da da fena karşılanmıştı. Korku ve panik havası askere sirayet etmiş, çoğu görevlerini bırakmıştı. Halk ve askerler, müdafaa ve teslim taraftarı olarak ikiye ayrılmıştı. 27 Mayıs 1919'da Aydın Yunanlıların işgaline uğradı. Askeri kuvvet düşmanı tehdit edebilmek amacıyla Menderes köprüsünü de içine alan Çine kasabasına karargahını kurmuştu. Bu sırada Yunanlılar ile İtalyanlar rekabet halinde idiler. Aydın'dan sonra Nazilli de işgal edilmişti. Millet, bu olaylar karşısında ayaklanmanın arifesindeydi. Yunanlılar da bunu anlamış görünüyordu. Türklerin ellerindeki silahları toplamaya karar vermişler, fakat ahali ellerindeki silahları vermeyince köyleri yakmaya, kaçamayanları öldürmeye başlamışlardı. Halk göç halindeydi. Herkes İtalyan işgal bölgesini nisbeten emin gördüğünden buralara taşınıyordu.

    Aydın'ın işgalinden sonra Koçarlı'da bir Milli Heyet kuruldu. Germencik Yunanlılar tarafından henüz işgal edilmişti. Halk haksız baskıdan kızgın, içten içe kaynıyordu. O günlerde milli mücadeleye hakim olan düşünce ve günün şartalarına göre, eldeki imkanlarla genç subay ve aydınlarla birlikte mücadeleye başlandı.

    Malkoç köprüsünü bekleyen Yunanlılar şafak sökmeden sarıldı ve ateş başladı. Uykuda yakalanan müfreze tamamen ele geçirilmişti. 19-20 Haziran 1919'da Nazilli'deki Yunan taburu habersiz bir şekilde geri çekildi. Yunanlılar bunu İtalyan politikasına bağladı.

    İzmir'in işgali Denizli'de de elim bir tepki yaratmıştı. Vatansever Denizli halkı, tahriklere rağmen mücadele fikrini benimsemişti. Redd-i İlhak Cemiyeti altında işe başlanmıştı. Sarayköy'de de Heyet-i Milliye adı altında bir heyet kuruldu.

    Söke 17 Mayıs 1919'da Kuşadası'ndan gelen bir İtalyan müfrezesi tarafından işgal edilmiş, bu işgal sonucunda karşı koymak isteyen gençler harekete geçmiş, Söke Heyet-i Milliyesi kurulmuştu. Hemen milli mücadele teşkilatına başlandı. Çine'de de bir Heyet-i Milliye kuruldu. Heyet ciddi bir şekilde vazifeye sarıldı, gönüllüler kaydedildi, bunların ailelerine para yardımı yapıldı. Aydın, Muğla, Denizli vilayetleri çevresindeki teşkilatlanma sağlandıktan sonra önce Yunan karakollarına hücum edilmeye başlanmış, daha sonra da sıra düşmanın Aydın'daki güçlü kuvvetlerine gelmişti. Yunanlılar Paris Barış Konferansını etkilemek amacıyla kuvvetlerini gösterecekler ve siyasi fayda sağlayacaklardı. Fakat düşündükleri gibi olmadı. Üç koldan saldıran kuvvetlerimiz Aydın'a girmeye başlamış, Yunanlılar Aydın'ın ellerinden çıkacağını anlayınca, mahalleleri ateşe vererek set yapmak istemişler, fakat başarılı olamamışlardır.

    Bu şekilde başlatılan halk hareketleri vasıtası ile düzenli milli mücadele öncesi önemli olan ilk kıvılcımlar ortaya çıkmış, halkın işgale karşı somutlaşan iradesi silahlı mücadele yönünde tezahür etmeye başlamıştı.

Görüşün Nedir?

Karakter Sayacı:
0